Japonya’ya ayak basmamdan beri geçen 10 yılın muhasebesinde artılar, artanlar, arda kalanlar, kazanımlar çok şükür ki daha fazla. Bu 10 yılda öğrendiklerim, en büyük, en değerli artılar. Japonya’nın bana öğrencilik ve iş yaşamındaki katkıları alınan derecelerden, çıkan işlerden görülebilir. Ama önemli olan buzdağının görünmeyen kısmı. Kişisel gelişime, değişime, dönüşüme katkıları.
Çarşaf çarşaf, sayfa sayfa yazabilirim ama yazdıkça da haddimi aşarım. Japonya’nın bana en çok katkı verdiğine inandığım artılarını sıralayacak, içlerinde alıştığımız kültüre kıyasla farklı olanları ve bende farklı çağrışımlar yapanları, kısa kısa açıklamaya -ve özet geçmeye- gayret edeceğim.
Neler Öğrendim?
Çok ama çok şey öğrendim.
Ama en başta mütevaziliği, gösterişten uzak durmayı anladım. Gereksiz yere böbürlenmemeyi, Kaf Dağı’na çıkmamayı. Kendimi bir halt sanmamayı. Bunu anlayınca diğerleri daha kolay oldu. (Daha girişte bir böbürlenme, “Öğrendim, hepsini biliyorum! Hayatın anlamını çözdüm..!” havası ile yazılanlarla da çeliştik ya neyse.)
En zor bu kısımdı.
Bilinmeyen topraklara ilk ayak bastığınızda, bilinmeyene karşı tek başınıza kaldığınızda hissettiğiniz şey üç aşağı beş yukarı tüm insanlarda aynıdır. Alabildiğine heves, merak, yalnızlık, korku ve özgüven.
Düşünsene bir! Türlü engellerin üstesinde gelmiş, yıllar önce konulan hedefe ulaşmış Japonya’ya varmışım. Merak ve heves sonsuz, beni gerektiğinde kollayacak kapı gibi bursum, danışmanım, arkadaşlarım var. Ama herşeyden çok ruhsal hazırlık sürecim var. Bu nedenle vardığımda hissettiğim en yoğun his özgüvendi. Hatta özgüven patlamasıydı! Küçük dağların yaratıcısıydım. Öyle ya tüm hedefler vurulmuş, istenilen yere varılmıştı. Korku gibi özgüven çok sorun yaratabilen bir ruh hali oluşmasına neden olabiliyor. Aşırı bulunması da olmaması kadar dert. Kontrolünüzün ve muhakemenizin önünde engel. Bunu çok sonraları öğrendim.
Hele hele, her haltı bilen, her şeye yorum yapan, bilmese de ahkam kesmeye alışık bir kültürde yoğrulan birine özgüven pompalamak, telafisi zor sorunlara sebep olabiliyor.
Bu özgüven sorunundan pek tabii kendi çabamla kurtulmak istemedim. Niye isteyeyim ki? Küçük dünyaları ben yaratmışım, olur mu? Ama akademik hayatta “danışmanlık müessesesi” bu gibi durumlarda etkisini gösteriyor. Gelişimin üçüncü ayında danışmanım gazımı almış, ağzıma gemimi vurmuş, epey uysal bir hale getirmişti. O süreci takip eden 1 yıl içinde de 180 derece ters yönde bir özgüven bunalımı yaşadık. Fakat o süreç kendimi kontrol edebilmem, sınırlarımı öğrenebilmem adına çok ama çok gerekliydi ve önemliydi. Sanırım verimli bir otokontrol mekanizması oturtmak da eşzamanlı öğrendiğim (öğrendiğimi sandığım) bir diğer konu oldu o ara.
4 yıl ve doktora sonunda bu iki noktaya az çok vakıf olduktan sonra işler daha rayına girmişti. Ancak yine de her zaman “önceden edinilmiş birikimler” araya nifak tohumları ekmeyi, öğrenmede sıkıntılar yaratmaya devam ettiler.
Neler Zorladı?
Neleri öğrenirken kabullenmekte, yedirmekte çok zorlandığımı tam hatırlamam güç, ama asıl konular hep kültür farklılıklarına dayananlardı sanki…
Duygularını ve asıl niyetlerini ustalıkla saklamayı beceren bir millet var bu adalarda sonuçta. Ama hiç değilse erdemli olabilen bir toplum yaratmışlar. Bu toplum, bireysellikten ödün vererek, tam bir birlik olunursa hayatta kalınabilecek bir coğrafyada şekillenmiş. Depreme, tayfuna, kışa, kıtlığa tek başına karşı koyabilmesi mümkün değil kimsenin.
Bu beraberlik ve birlik olma içgüdüsü de saygı ve “başkasını zora sokmama” ilkesi üzerine kurulu bir ahlak anlayışını doğurmuş. İçi boş hurafelerden uzak. Tamamen işlevsel. Toplumun birliğini devam ettirecek, toplumda ortak hayatı sürdürülebilir kılacak kurallar ahlakın temeli. Ahlakı dine dayandırmaya çalışmaktan çok daha kolay, doğal. Kabul edilebilir.
Japonya’nın En Büyük Katkısı
Hiç şüphesiz ailem ve aileye bağlılığım. Sorgusuz sualsiz eşim Yuka ve kızım Derin. Her şey yalan olsa, hiç bir şey katmamış bile olsa; Japonya, bana aile verdi, ailenin önemini değerini belletti. Gurur duyduğum, umut dolduğum bir ailem var.
Daha ne versin?
Kısa tutmak isterken yine aldı başını gitti yazılanlar. Ama Japonya’nın kattıkları bu listeden çok daha uzun, çok daha derinde. Çoğu özümsenmiş olsa gerek ki yalnızca bunlar çıktı ilk aklıma gelenler olarak.
Bunlardan başka bir de alıp götürdükleri var Japonya’nın. O da bir sonraki bölüme… “Bölüm 3: Uğruna feda edilenler“.
Pingback: 10 Yılın Ardından – Bölüm 1: Ne Umdum, Ne Buldum? | ...S.a.S...
Pingback: 10 Yılın Ardından – Bölüm 4: Japonya’da Yaşamak Mı? | ...S.a.S...